İstiklal de
üstlerine çanta gibi billboardlar asmış 6 delikanlı yürüyor. Müthiş bir kıyafet yoksulluğuna düşmüş
zavallı (!) insanlara; bilmem ne kadardan 29.90 a düşen elbiseler, ayakkabılar
satmayı bir Unesco bilinciyle, sunmayı misyon edinmiş bir alışveriş sitesinin
reklamını taşıyorlar omuzlarında bütün bir gün. Caddede bir baştan bir başa yürüyerek,
elleri kolları alışveriş torbası dolu insanlara bizde daha fazlası var deyip
ağızlarının sularını akıtmaya yeminli 6 genç erkek. Moda köleleri…Aynı dünyanın
başka bir yerlerinde birileri takımının ofsayt sayılıp kabul edilmeyen golü
yüzünden aldığı yenilgiye annesi ölmüşçesine ağlıyor. Popülizmin üstümüze
yapışıp kalmışlığına şaşıyoruz. Bir genç kızcık; aniden bastıran yağmurun akıl
almaz düzlükteki saçlarını bozuşuyla anlamsız, trajik bir yoğunluğa kapılıyor, topuklarını kilit parkelere vuruyor. İnsanlar
karman çormanlaştıkça düzleşiyor. Bizi ne bu hale getiriyor?
Dünyadaki
tüm kötülüklerin anası; modadır, diyor; Charty
Durrant. Pek de ünlü bir gazete ve derginin eski moda editörü. Moda
faşizminin yarattığı tatminsizliğin dünyaya armağanı olan kirliliğin farkına
varmış olacak ki, kendini o fosforlu
yaşamdan kurtarabilmiş. Darısı cümlemizin başına dostlar. İlkokul çağındaki çocuklardan itibaren televizyondan yayılan
bağımlılık ışınların etkisiyle gün geçtikçe daha fazla uyutulan, anında
zayıflatıcı acı biber kapsülleri, sizin yerinize yemek yapıveren fırınlar, sevgili
bulma programları, ne kadar erotiksen o kadar başarılı sayıldığın dans
yarışmaları, futboldaki her bir sarı kartın 45 dk tartışıldığı spor haberleri, iddia
kuponları ,siyasi çirkeflikler,insanı evi yıkılmış gibi bir hüzne sürükleyen
sözde aile dizileri, medyayla sarmaş dolaş , doğallaşmış bir pornografi kültürü ve tüm bunların
arasında hiç birinden eksik kalmamaya çabalayan, nefes nefese bir halk… Bizden
olan ve olmayan birileri; banyosunu, yatak odasını, mutfağını; saç
şekillendirici jellerle, kokulu kimyasallarla, kanserojen emülgatörlerle
doldurup taşırmaya devam ettikçe, çocuklarımız rengarenk kanser kokulu
defterlerini genç kız çeyizi gibi biriktirmeye devam ettikçe, doymadıkça ve
giderek daha da acıktıkça; bir yerlerde minicik eller açlığımızı gidermek için
daha çok çalışacak, daha da az paraya. Daha fazla Silikozis hastası var olacak,
daha fazla kadın en parlak ayakkabıları giyebilsinler diye ;daha fazla koyu
tenli kadın daha fazla hayvan avlayarak derilerini yüzecek. Daha fazla fabrika
daha fazla kemirecek doğanın yüreğini. Daha da fazla ağaç kurban edecek kendini
bu soysuz hegemonyaya.
Bu pazar ekonomisine, hizmet ediş ; sarplaşıp
kendini gerçekleştirebilmenin aksine ; melez oluşumlara, standartlaşmaya,
üniformalı bir biçimde kendini var edebilmeye neden olmakta. Herkes bir
yerlerde bir şeyler için kızıyor, heyecanlanıyor, manikleşiyor. ” canım
kardeşim nedir seni böyle heyecanlandırabilen” diye hırpalayasınız geliyor tüm
bu insanları. Acaba yanlış şeylere mi akıtıyoruz heyecanımızı da gerçekliğe
mecalimiz kalmıyor. Bu küresel tatminsizlik, gösteriş zihniyeti kanser hücreleri
gibi sinsice yayılarak ruhumuzu da ele geçirecek; belli bir gün. Doğallığın
kucağında yaşayan halkların ömürleri kısalacak. İnsanlık son nefesini moda
canavarının koynunda verecek…Ve biz son nefesimizde suya düşen kendi aksına
bakmaya doyamayan Narkissos
gibi aynaya bakarak saçlarımızın nasıl olduğunun kaygısını güdeceğiz…
efekan'a en sevdiği kitaplarından birini okyup ardından ışığı söndürdük minik çocuk korkularını dinledim kimsenin onu sevmeyeceği ve oynamayacağına dair rahatlatmak için üç beş kırık dökük cümle kurup güzel rüyalar dilediği duasını ettik çok direndi ancak uyudu nasıl yorgundum uyku kokan pijamalarımı giyip yastığıma sarıldım nedense uyumadan buraya bakmak istedim ve şimdi bu yazı ile bunca sarsıldıktan sonra nasıl uyuyacağım. efekan sürekli okulundaki barbilerin kafasını koparıyor biliyormusun bunu bana anlattığında yapma diyorum ve sesimdeki samimiyetsizliği oda anlıyor. 29.90 a ruhlar satılıyor
YanıtlaSiltehlikeli ve çok kötü şeyler yazmak istiyorum hep böyle.Kalemim kirlendi bile, ruhum zaten zamane gençliği söyleminde boğulmaya yetecek kadar yaşlı.Efekan iyi ki erkek:)ve saçlarının fönüne takılıp kalan bir annesi yok.iyi ki.
Silne ekleyecek ne de çıkarılaracak bir kelime bulabildim...eskilerden bir yerlerden buna benzer yazdığım bir yazı doldu zihnime ve o zamanki kızgınlığımı da hatırlattı bana....şimdi ise kızgınlıktan eser yok ...yapabildiğim tek şey saydığın şeyleri hayatıma almamak....hiç bir zaman beynime tecavüz edilmesinden hoşlanmadım ben...belki bu yüzdendir evimde televizyon bile olmayışı...bazen onlar için üzülür gibi de oluyorum ama diyorum ki,üzülmek için sebep yok...herkes kendi tercihlerinde boğuluyor....ve çok kolaydır tercihleri değiştirmek...eğer istenirse...her zaman kalbimde ayrı bir yeri olan Narkissos ile bitirdiğin içinde seni seviyorum demeden gitmek istemedim:)
YanıtlaSilen güzel bir seni seviyorum bu.
Sildemek artık kızmayacak kadar nehirleştin.ah ne çok isterim.omzumda şalım "hahhahha" deyip sevimli bir kahkaha atayım isterim.bana ne ki değil mi başka başka dünyalardan.böyle buharda pişmiş balık ve ekşi bir yeşil salata yemiş gibi, kararında doymuş hazmetmiş olmak her şeyi. en güzel bir şey olmalı...
Aslında tam da böyle!uzunca yazmama gerek yokmuş.Ama termal kameralı dürbünle bile arasam pek az bulabiliyorum yüce ruhlulardan.na acı:(
YanıtlaSil