Aslında zeytinlerim olunca bundan bahsedecektim ama o zaman mevsim geçince kime ne faydası olacaktı, değil mi? İlk defa siyah zeytin kuruyorum. Yeşilden pekçok kolay. Sadece bir miktar kaya(turşu,deniz) tuzunu siyah zeytinle hava almayan bir kavanoza koyup 15 gün boyunca çalkalıyorsunuz. Tuzunu ve dipte biriken suyunu tüm zeytinlerle buluşturmak için. Ölçü olarak 1kilo zeytine 50 gram tuz öneriliyor. Ben göz kararı koydum. Bakalım nasıl olacak???Henüz 3 günlükler zeytinlerim:)
Hımm bu aradaa; etiketimi gördünüz mü?
TURUNCU ODA 'nın fikri, (selamlar, sevgiler) blogunda paylaşmıştı .Şu sitede yapılabiliyor, ne hoş değil mi?
Bütün eve "pekcokseyindeftercisi" yapıştırasım var, zor tutuyorum kendimi.
Fotoğraflar yine kötü, ne yapayım ya telefoncum geceleri pek kötü çekiyor.Üstünde oynama bile yapsam faydası yok.
31 Ekim 2012 Çarşamba
30 Ekim 2012 Salı
Ben bir şey yaptım. yaptığım şeyi tüm ayrıntılarıyla , başarılı bir şekilde sergileyebilmenin baskısı var üzerimde.
Yaptığım şey bir; " Bilek ağırlığı"
Yakınca bir zamanlarda elim bir kaza sonucu bacağımı kırıp, bir platinle beraber yaşadığımdan; uzun süre de çok enerjik yaşamadığımdan, özellikle sol bacak kaslarım bir bebeğinki kadar narinleşti.Bu nedenle bazı egzersizler yapmalıydım; yapılacak hareket her ne olsa da; ağırlık takınca zamandan tasarruf sağlıyor. Bu ağırlığı almak istiyordum ancak; bilumum spor branşlarının ürünlerinin en ucuz ve çeşitli tedarikçisi, gezmeye bayıldığım, bi şeyler almadan çıkılamayacak market olan DECATHLON (reklam almıyorum, içimden kopup gelen cümleler) 'da ağırlık 35- 40 lira civarlarında olunca, hemen 10 marifetli kız kılığımı giyiverip kabinde malum cümlemi kurdum;
"BEN BUNU YAPARIM!(I CAN DO THAT!)"
(Gerçeği buna benziyor işte)

Kapitone ( bu kelimeyi söylemeye bayılıyorum, İtalyanca sanki...) kumaştan uzunca iki dikdört dikdörtgenin kenarlarını birbirine diktim. 2 tarafına cırt cırt diktim. sonra da kum koymak için çubuk çubuk boşluklar bırakarak 2 kumaşı yine birbirine diktim. İşte son derece kolay.Benim ağırlığım tesadüfen 1.3 kg oldu.Zaten tam olarak da istediğim ağırlıktı. Şimdi günlük sporuma geçebilirim.
Dip Not: Maliyet= 1.5 TL + 2saat(oyalanarak) =kendi başına bir şeyler başarmış olmanın hazzı+ sportif bir yaşamın hazzı
Yaptığım şey bir; " Bilek ağırlığı"
Yakınca bir zamanlarda elim bir kaza sonucu bacağımı kırıp, bir platinle beraber yaşadığımdan; uzun süre de çok enerjik yaşamadığımdan, özellikle sol bacak kaslarım bir bebeğinki kadar narinleşti.Bu nedenle bazı egzersizler yapmalıydım; yapılacak hareket her ne olsa da; ağırlık takınca zamandan tasarruf sağlıyor. Bu ağırlığı almak istiyordum ancak; bilumum spor branşlarının ürünlerinin en ucuz ve çeşitli tedarikçisi, gezmeye bayıldığım, bi şeyler almadan çıkılamayacak market olan DECATHLON (reklam almıyorum, içimden kopup gelen cümleler) 'da ağırlık 35- 40 lira civarlarında olunca, hemen 10 marifetli kız kılığımı giyiverip kabinde malum cümlemi kurdum;
"BEN BUNU YAPARIM!(I CAN DO THAT!)"


Kapitone ( bu kelimeyi söylemeye bayılıyorum, İtalyanca sanki...) kumaştan uzunca iki dikdört dikdörtgenin kenarlarını birbirine diktim. 2 tarafına cırt cırt diktim. sonra da kum koymak için çubuk çubuk boşluklar bırakarak 2 kumaşı yine birbirine diktim. İşte son derece kolay.Benim ağırlığım tesadüfen 1.3 kg oldu.Zaten tam olarak da istediğim ağırlıktı. Şimdi günlük sporuma geçebilirim.
Dip Not: Maliyet= 1.5 TL + 2saat(oyalanarak) =kendi başına bir şeyler başarmış olmanın hazzı+ sportif bir yaşamın hazzı
28 Ekim 2012 Pazar
Sayıklamalar
minik Konstantinopolis gezimden pek de memnum kalmadım. Ekseriyetle İstiklal'de sürten ergenlerin sahip olabileceği türden bir tatilcik oldu.Gerçi İstikal'in sokak çalgıcıları bile küçükçe bir kasabadan kalkıp gitmeye fazlasıyla değer o ayrı. Şehirde malum fotoğraflanıp da bloglarda paylaşılıp , bohem cümleler eşliğinde sunulabilecek çokça detay olsa da, profesyonel bir fotoğraf makinesi, olmadı bir ay fonu (1,2,3..) , hiç değilse de kötüsünden bir dijital makinesi olmayan tek gezgin ben olduğumdan, (çok şükür ki) sahip olduğum fotoğraf çekebilen telefonumla çok da an kaydedemedim.Ne yazık...Tabi ki saatlerce anlatabilir insan İstanbul u.ama bunu milyonlarca yıldır milyonlarca insan yapıyor zaten. Hem insan istanbul'u sevmeye de çekinir değil mi? Vakti zamanında sırf nobel aldı diye Orhan Pamuk okuduğum sanılmasın diye; Benim Adım Kırmızı'yı gazeteyle kaplayıp yolda belde öyle okuduğum gibi. Belki ben bu şehri daha bir başka seviyorum .Hani çok başka belki.Belki minik semboller yaratmışım kendime. sarı saçlı, taytlı kızlardan, jöle kafalı oğlanlardan çok başka belki benim İstanbul yaratımım. E ne diyecen işte, nasıl savunucan kendini.

Düğünüm dahil tırnaklarımı bu yaşıma değil mütemadiyen yemiş olduğumdan; son 2 aydır her nasılsa tırnaklarımı uzatmayı başarabilmiş olmam benim için mini bir iç devrim sayılır. bu nedenler bir renkli oje merakı da sürüyor bakalım, tırnaklarım iştahımı yeniden kabartana kadar. Ben de İstanbul'a gidene dek bu cam göbeği ojelerimi pek de matah sanıp bakıp bakıp gurulanıyordum. Meğer ben eskisini yakalayana değil yeni oje modaları almış başını yürümüş. Metroda gördüm 1-2 tane fotoğraflamak istediysem de kızlar önce indiler, kalabalıktı ortalık falan.Bıyıklarımdan kurtulmaya vakit ve de mecal bulamayan ben nasıl her bir tırnağıma ayrı bir renkle desen çizebileyim değil mi?

Dolmabahçe'ye gitmemiştim daha önce.74 dakikalık bir sıra kuyruğu bekleyişinin ardından saray gezimizin bitişiyle hep birlikte(kuyrukta ahbap olduğumuz insanlar) "değdi!" diyebildik neyse ki.Diğer saraylardan farklı bir mimari var. 4 tane piyano sayabildim. İnsan öyle şaşırıyor ki, sadece mermerden bir sütunu yapmak bile bir insanın aylarını alabilir, bunca detayda kaç kişinin emeği vardır.
Ben de Dolmabahçe'nin eşsiz manzaralı güzelliğine ayaklarımı uzatarak, dev mermer basamaklara 74 dakikalık bekleyişim sırt ağrısını nazikçe bırakarak; saray ruhunu içime çektim.

Eminönü'nden sayısız kumaşlar, boyalar, yapıştırmalar alamadım. Geç olmuştu gittiğimde, kapalıydı her yerler.
Ama bu geziden bana anı kalacak çok güzel bir şey aldım.Hayatıma anlam katmaya başlamış bir şey. Yeni bir uğaş. Epeydir istediğim ama iyisini bulmak adına beklediğim bir şey. İlk ürünüyle birlikte burada olacağız. O ve ben. bir de isim buldum ona. Gelince söylerim.
24 Ekim 2012 Çarşamba
Keçe Süs
Esasen "hanimiş benim limon ağacım " gibi bi başlık yazmak istemiştim ama , birileri keçe süs yazıp da hazreti gogıla; gelir bulur beni tesadüfen diye yazmadım.Genelde de bu politikayı izliyorumbaşlık seçimlerimde. Yani ruhumun zavallı beğenilme yönü id'imin üstesinden geliyor.Ne yapalım, atsan atılmıyo satsan satılmıyo falan.

Önce kağıda çizebildiğim en güzel ağacı çizdim( tam olarak yukarıdaki form) .Kağıdı kalıp yapıp keçeye keçeli kalemle çizdim.( a aaa çok şaşırdım bak şimdi, doğru ya, keçeli kalemin ucu keçeden.Nasıl da farkedemedim? bu bence başlı başına bir başlık açılıp da üzerinde konuşulmaya değer bir bilgi) ( şaşkınlığım sürüyor)

Limonları da uyduruk kıydırık kesip silikonla yapıştırdım. Bol silikon sürdüm ki onlar da dolgulu olsun.Yapraklı kısmı da aynı şekilde doldurdum. Tabi siz ayrıntıları göremiyorsunuz, ışık kötü, fotoğraf makinem de yok.
İyi bayramlar, ben biraz gezip gelicem...
23 Ekim 2012 Salı
Takdir Edilmek...
KİBELEBUĞDAYBAŞAĞI beni ödüllendirmiş.
Bu blogu açarken ( sağ tarafta da yazdığım üzere) birilerine görünmek istemiştim. Aslında buna ben bile şaşırıyorum. Zira insan kendini en mutlu edendir değil mi.Belki de değilmiş.Birileri minyatür kitaplığıma bayılınca, minik kitap sehpa örtümü beğenince; yüreğime dalga dalga yayılan bu tatminlik okyanus dibindeki nefes gibiymiş meğer.Velhasıl sevindim yine, birileri beni unutmamış diye...teşekkürler
Az kalsın ödülümün sarhoşluğundan ben de ödüllerimi dağıtmayı unutuyordum;
(I have some awards for the ones whom I love to follow, who inspires me, opens a new world in me)
1) http://tearosehome.blogspot.com/
22 Ekim 2012 Pazartesi
21 Ekim 2012 Pazar
18 Ekim 2012 Perşembe
Keçe Cüzdanım
Cüzdan deyip de geçmemek gerekmiş, bir hayli teferruatlı bir işmiş. Ben bu terzilik tecrübesiyle bakarsınız yakında "ornitorenk handmade"in eteklerinden de dikebilirim.
Aldığım dersler;
1) Keçe alırken, ilk deneyim olacağından bir bilene danışmak gerekirdi. Zira aldığım keçer pek de incecik, narin çıktı. Meğer 1.3 değil 3mm liklerden almalıymış. bunlar neredeyse polar gibi. bu yüzden iki kumaş arasına karton koydum da öyle oldu.
2) Cüzdandaki desenleri, detayları sonradan yapmamalı, kumaşı kesince hemen desenleri dikmeliymiş.
Ben cüzdanı çift keçeyle sabitleyince iğneyi dikmediğim en üst taraftan sokup desenleri dikmek çok zor oldu.

Uzun uzun anlatacaktım ama dikim aşamalarını ben bile hatırlamıyorum. Velhasıl sarı ojelerimle tüm pazarcıları selamlayacağım, uzun uzun cüzdanımdan arayıp para çıkaracağım, sol elime tüm poşetleri biriktirip, sağ elimde sadece cüzdanımı tutacağım gün olan kasabamın Cuma Pazarına çıkmak için sabırsızlanıyorum. Keçemm cüzdanımm hoşgeldinnn:)
15 Ekim 2012 Pazartesi
Minyatür Kitaplıkçık
1haftadır uğraştığım şey sonunda bitti:)
Pek sayın küçük şeyler ustası Özden Ceyhan'ın tasarımından yapmaya çalıştım ama yeteneksizliğimi hevesimle ancak bu kadar örtebildim. kitaplardaki şekilsizlik bile göze batmakta olsa daa; "ey yüce kitaplığım seninle gurur duyuyorum!"
Bu bana yeni bir uğraş başlangıcı oldu, şimdi bir de çalışma masası yapacağım yanına. Hem de becerememem değil de mutlu olmam önemli değil mi?

14 Ekim 2012 Pazar
Bugünden Anlar
Kış gelemiyor bir türlü. Havada asılı ılık bir dinginlik. bir garip mevsim. hiç bi şeye benzemiyor. Şimdi son erik sularımızı yapalım angelika erikten. yavaş yavaş da rengarenk, incecik kumaşlı yaz giysilerimize veda etmek gerek.hurçları indirip, uyandıralım kışlık şeyleri uzun yaz uykularından. Hala okumadıysak hemen başlamalıyız "Kürk Mantolu Madonna" ya, geride nazikçe Lorca Tango çalmalı...
Sarımsak Seven Kızlar Kulübü
Aromalarla aram hep iyidir. Yediğin şeyden şöyle damağına hoş bir koku yayılmıyorsa ben ona lezzet demem zaten. Hem doğadan gelen her şeyin tadı zaten olağanüstü ama neyin neyle kullanılacağını bilmek ,bazı sebzeleri bazı baharatlarsız yapmamak gerek. Bu tarifte bir arkadaş kahvaltı ziyaretinde sofraya bir çeşit daha koyabilme çabasıyla ortaya çıktı. O günden bu yana hemen hemen her haftasonu kahvaltısında yaparım. Dikkat etmek gerek ki bağımlılık yapıyor.
TARİFÇİK;

AFİYET OLSUN ;) (olacağına eminim)
9 Ekim 2012 Salı
Bir Garip Börek Hikayesi
Gece "Sefiller" i dinleyerek uyumaya çalışıyordum.( ben her gece telefonuma indirdiğim radyo tiyatrosunu dinleyerek uyurum. )Dinlediğim oyundaki açlık beni öyle bir etkiledi ki daha hemencecik yediğim tatlıları,fındık,fıstıkları unutuverdim; çok acıktım.Gözümün önünden fırından yeni çıkmış ekmeğin tereyağına yapacağı muamele geçip duruyordu. Sonra aklıma pazar günü izlemiş bulunduğum Refika'nın yeni bölümünde yapmış olduğu değişik börek geldi.Tüm bu düşünceler gece uyumadan az önce geldi ve ertesi gün fikirlerimi hayata geçirmeye aht ettim.
Ertesi gün;
Önce böreğin yapılışını anlatayım, ara sıra eleştiri ve özeleştirilerime değinirim.

*4adet yufka üst üste kırıştırıp buruşturmadan tepsiye dizilir, tepsiyi yağlayasınız yoksa fırın kağıdı kullanın.
*Bu arada genişçe bir tavada sırayla soğan, kabak ve mantarları soteleyin. Ağzı açık kalsın tavanın ki; sulanmasın, ocağın altını da çok açın, çok pişmesine gerek yok daha fırına vereceğiz. Biraz karabiber, kırmızıbiber, tuz.
*Yufkaların tepsinin tam üstüne gelecek uzun kenarlarına, dil peyniri dilimleri koyup, yufkaların dışarı taşan kısımlarını ortaya kıvırın. (Kaşar da kullansak olur, ama dil peyniri daha yoğun eriyip yokolmuyor) (Allah aşkına benim gibi böyle kocaman dilimler koymayın, sonra oradan buradan taşıyor falan = Özeleştiri 1)Yufkaları ıslatmak için ; biraz süt, biraz yağ ve 1 yumurtadan oluşan bir sos hazırlayın. Yufkaları hafifçe ıslatın, özellikle kenarları. Yufkalar tamamen sosa bulanmasın, sonra kabarmıyor.(ben resimden sonra daha da sos ekledim, aman kuru olmasın diye de ben ettim siz etmeyin, azıcık serpin yeter= Özeleştiri 2)
*Kenarlarını kıvırdığınız yufkalı şeyinizin kenarlarına haşhaş ve susam serpin, fırına koyun. 15 dk falan 170 - 180 derecede , ortası kabarıp kenarları kızarıyor.
*Sonra buna benzer bir şey çıkıyor ortaya. (Fırına akan peynirleri görüyorsunuz değil mi?)
Dışarıda bekleyip soğumuş olan sebze sotenizi ortaya yayıp, tekrar fırına veriyorsunuz. Asıl tarifte bu sebzelerin içine fazladan peynir ve fındık parçaları ekleniyordu ben koymadım.(İyi ki de koymamışım, zaten ağır bir börek, diğer türlüsünü hayal edemiyorum =takdir 1)
*Şimdi böreğin isminin hikayesine gelelim. ( Uğursuz Börek ) . Tam şu sağda görmekte olduğunuz fotoğrafı çekip , tepsiyi ocağın üzerine koymuştum ki; (dip not: Tepsinin üzerinde olduğu ocağın gözlerinden birinde çay kaynamaktaydı....=Tehlike 1) saniyeler içinde arkamı döndüğümde; fırın kağıdının tutuşmuş, alev alev yanıyor olduğunu gördüm, üflemelerim bir işe yaramadı , elimi ıslatıp kağıdı söndürmeye çalışsam da ateş benden daha yetenekliydi. Sonra tepsiyi alıp kenarından suyun altına soktum.Neyse söndü...(= Özeleştiri 3)
*Islanmamış tarafından yemeye koyuldum.(Uyarı = aman bu böreği tanımadık insanlara yapıp da, yanlarında yemeye falan kalkmayın. Neresinden tutulacağı belli değil.)
Bir de çok yoğun bir börek, yani pek bana göre değil, görüntüsü insanı büyülüyor ama hemen de doyuruyor. Mimari ve tasarımsal olarak mükemmel, fonksiyonel olarak vasatın altında. eşe dosta da pişmeyecekse ne gerek var, belki modifiye edilebilir daha hafifleştirmek adına. Oysa Refika birgül mutfağında yapınca nasıl da bayıla bayıla yiyorlardı. Beyaz cam işte yalan dünya!
Bu böreği bir daha pişirmeyecek olma nedenlerimden birisi de; bana kendimi mutfak konusunda beceriksiz hissettirmesiydi.Aşağıdaki fotoğrafın bulanık çıkmasının nedeni de; telefonuma yangın söndürme işlemi sırasında su kaçması.
Tüm bu anlattıklarıma rağmen pişirmek isteyen olursa;Afiyet Olsun :)
7 Ekim 2012 Pazar
"Yaz gitmeye çalışıyor, gidemiyor.Sonbahar gelmeye çalışıyor, gelemiyor."
(Metin MİNÜR-Milliyet)
Kupkuru Çınar yapraklarının hışırtıları var fonda. Yeni bir yıl başlıyor bence.Yıllar hep yaz bitimlerinde başlar.Yazlar hep sıcak görünür ama buz gibidir, sahtedir, dışı renkli jelatinle kaplı soğuk bir nesnedir, taş kadar bile sade ve ılık değildir. O yüzden yeni bir yıla az kaldı. Yeni bir şeyler yapmak gerek derler yeni yıllarda. İçimizde hep değişme arzusu. Daha çok yıl harcayınca şu dünyada daha çok şey görmüş de olmuyor insan, gitgide aslında körleşiyorsun, gencecik gözlerin her rengin her bir tonunu da göremeyebiliyor, ama umutların artıyor; çünkü yaşadığın yeri, zamanı beğenmeyip, düşlediğin yaşam için sadece ertelemeli umutların var oluyor.Dünya gitgide kirleniyor ve nefes almaya devam ettikçe insan aslında dimağındaki dünya kavramını da kirletiyor.

Peki evet "insan ne ile yaşar?" Dikiş dikmekle mi, öğretmekle mi, arkadaşlarınla kahve içmekle mi, yaz tatilinde gideceğin yerleri planlamakla mı her sene , yeni bir böcek türü bulup ona en sevdiğinin adını vermekle mi, kendi hayallerini çocuğunun hayatında gerçekleştirmekle mi, daha güzel olup yaşlılığa savaş açmaya adanmakla mı, her anını başka bir şeyle doldurmakla mı, kendine temiz bir dünya kurma çabalarıyla mı, bir insanı bile değiştirebilmenin mucizevi, gözyaşlarına boğabilen huzuruyla mı yaşar insan!
Keşke değil mi seçebilseydik, hislerimizi, kişiliğimizi, doğru olanı değil güzel olanı yapma dürtümüzü.
Şimdi ben yan flüt çalacağım, neye devam edeceğim, yeni kumaşlar alacağım, yepyeni ayraçlar tasarlayacağım, bu ağlama duvarının bana kattığı en güzel şey olan insanla ismi çok güzel bir kitap çıkaracağım, romanımı tamamlayacağım, çocukları seveceğim, güzel bir sonbahar haftasonunda sarı bir tatil yapacağım, hep yazacağım, yazdıklarıma tapacağım, yeni yemekler uyduracağım, uydurulmuşları deneyeceğim, öreceğim, dikeceğim, yapıştıracağım,keseceğim, yeni müzikler dinleyeceğim, eskilerinden bıkacağım,bir gün romanımı yayımlanmış halde elime alacağım, yabancı olan ,yabancı kalacak olan insanlar için endişelenmeyeceğim, saçlarıma renkli şeyler takacağım,çöp toplayacağım, konuşacağım, sık sık susacağım, bazen ağlayacağım, sahnelerde olacağım, yeni kılıklara bürüneceğim, okyanus dibindeki hava kabarcıklarını bulacağım, nefes alacağım, kuru meyveler yiyeceğim, çok çok kitaplar alacağım azıcık paralar vererek, sporlu bir hayat süreceğim, her şeyi bileceğim, koşturacağım, herkesle her yerde söyleşeceğim, asla herkesi sevmeyeceğim, çekilmeyeceğim, endişelenmeyeceğim, vazgeçmeyeceğim, güzel bir insan olacağım.
Şimdi bu yıl ben hayatıma vermek istediğim şekille yaşamaya başlayacağım.Koşturacağım da.
Velhasıl faydalı bi şeyler yapmalıyım, yapacağım.Yapmayınca faydasız şeylerle meşgul olmaya bayılıyor ruhum, yüreğim,sözcüklerim.
6 Ekim 2012 Cumartesi
Ödülüm, Ödülün
Bu sabah pek şaşırdım; NOWACRAFT beni ödüllendirmiş, aman nasıl beni layık görmüş, nasıl da sevindirmiş. Bu gelenekten haberim yoktu ama yeni yeni şeyler görmek, tanımak için ne hoş. Şimdi ben de arkama yaslandımm, derin bir nefes alıp, ilham verici blogları seçtim. Tatatatammm benim ödüllerim deee; aşağıdaki isimlereee...
1) http://ornitorenkhandmade.wordpress.com/
2) http://ozdenceyhan.blogspot.com/
3) http://catarinaregina.blogspot.com/
4) http://craftingincolorteam.blogspot.com/
5) http://sesiber.blogspot.com/
6) http://pekguzelseyler.blogspot.com/
4 Ekim 2012 Perşembe
Bugünden Bir An
2 Ekim 2012 Salı
1 Ekim 2012 Pazartesi
Bugünden Bir An
Tarhana Bulguru Pilavı - Sürprizli Köfteler
http://www.refikaninmutfagi.com/tarifler/buyukler/dil-peyniri-ve-fistik-sakli-kofteler/
Doğadan Gelen
Aman dostlar pek keyifliyim. Nasıl olmayayım, şunun güzelliğine de bir bakın. Bir süredir bir kapı süsü yapma fikri vardı kafamda.Şöyle doğadan kopup gelen, dağların taşların kustuğu şeylerden olsun istedim. Yıllardır etraftan çöp toplarım, ama bu kez daha bi şaşırdım, aman tanrım bu doğada ne muhteşem malzemeler var.Şu dönüp de tenezzül etmeyeceğimiz dikenlere bir bakın, kurumuş otlar, kuşburnular (kuşburunları?)Şu mor fasülyeler de neyin nesi bilemedim, üzüm gibi olanlar da her yerlerde olan koparınca çiçekleri dökülüveren bir bitkinin tohumları. İnsanların bahsettiği sayısız, bana çok yabancı olan hobi malzeme isimlerini duyup boynumu büküyordum, buralarda ne gezsin.Biz de gezenlerle idare ederiz dimi.Şimdi biraz yapılışı hakkında ipucu vereyim.
Önce iskeleti için köpük aradım deli gibi, ama "nerde o eski beyazeşyacılar, aah ah! "
Neyse sonunda kartonpiyer olarak kullanılan şu straforlardan aldım, kestim, boyadım.
Önceden boyamış olduğum, 1 haftadır salonda tabağın içinde bekleyen odun parçalarından başlayarak her şeyi yapıştırdım. Kuşburnu ve tohumları vernikledim, solarsa diye.
Her zaman kendi emeğimle çıkmış şeylere bayılırım, ama uzun süredir bir şeye bu kadar hayran kalmamıştım.İnsanlık için pek de burun bükülecek bir çalışma bile olabilir ama benim için en az 3gün kapı açışlarımda huzur verici olabilecek bir şey oldu. Yalnız o kadar kes yapıştır , o kadar paylaşılmışlıktan sonra kapıya asıp, onu öyle daha ilk günden kapının ardında bırakmak pek bir acı oldu. Kapının içine assam noolur ki dediysem de destek alamadım.Bu kapı süsü de esasen başlı başına varoluş nedenime aykırı bir durum, hani evin hiç bir üyesinin asla giremediği, kilitli salonlar gibi başkaları için yapılmış bir şey ya! Neyse, sık sık "kapı mı çaldı ki ,bi ses mi duydum" bahaneleriyle kapıyı açıp açıp seyrediyorum onu :) bir de totem tutturdum; "kapımızı ilk çalan, süsümüzü ilk gören , bizi çok seven biri olacak"
Dip not: kapısı öyle sürekli çalınan bir aile değiliz :(
Dip not2 : bu kadar çok şeyi birileri okuyacak mı acaba?
Önce iskeleti için köpük aradım deli gibi, ama "nerde o eski beyazeşyacılar, aah ah! "
Neyse sonunda kartonpiyer olarak kullanılan şu straforlardan aldım, kestim, boyadım.
Önceden boyamış olduğum, 1 haftadır salonda tabağın içinde bekleyen odun parçalarından başlayarak her şeyi yapıştırdım. Kuşburnu ve tohumları vernikledim, solarsa diye.
Her zaman kendi emeğimle çıkmış şeylere bayılırım, ama uzun süredir bir şeye bu kadar hayran kalmamıştım.İnsanlık için pek de burun bükülecek bir çalışma bile olabilir ama benim için en az 3gün kapı açışlarımda huzur verici olabilecek bir şey oldu. Yalnız o kadar kes yapıştır , o kadar paylaşılmışlıktan sonra kapıya asıp, onu öyle daha ilk günden kapının ardında bırakmak pek bir acı oldu. Kapının içine assam noolur ki dediysem de destek alamadım.Bu kapı süsü de esasen başlı başına varoluş nedenime aykırı bir durum, hani evin hiç bir üyesinin asla giremediği, kilitli salonlar gibi başkaları için yapılmış bir şey ya! Neyse, sık sık "kapı mı çaldı ki ,bi ses mi duydum" bahaneleriyle kapıyı açıp açıp seyrediyorum onu :) bir de totem tutturdum; "kapımızı ilk çalan, süsümüzü ilk gören , bizi çok seven biri olacak"
Dip not: kapısı öyle sürekli çalınan bir aile değiliz :(
Dip not2 : bu kadar çok şeyi birileri okuyacak mı acaba?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)